İNFAZ DÜZENLEMESİNE GENEL BAKIŞ (1)

Sitemizin Hukukçu editörlerinden Enis Nadir’in hazırlamış olduğu, son günlerde sıkça tartışılan yargı paketi ve infaz indirimine ilişkin istifade edilecek muhteşem bir makale,

“Bir toplumun ceza infaz kurumlarının dolu olması; suç isnadı karara bağlananlar ve temel görevlerinden birisi suçun işlenmesini önlemek olan yönetimler yönüyle incelenmeli. Toplumların gölgeli (infaz düzenlemeleri) ya da genel affa istisnai dönemleri dışında ihtiyaçları olmadığını üstüne basa basa vurgulamalıyım. Toplumların asıl ihtiyacının güvenilir, adil bir adalet sisteminden ibaret olduğuna da değinmeliyim.

Büyük hukukçu Beccaria da suçu önlemenin ağır cezalandırmadan ziyade adalete uygun ve kesin cezalarla mümkün olduğu görüşündedir. Eylemin niteliğinden fazla cezalandırma isteği popülist bakışın tercihi olsa da uygulama safhasında toplumda “adalete güveni” sarsacağını unutmamak gerekir. Suçu azaltacak olan; işlenen ve konusu suç teşkil eden her eylem için kanunda öngörülen cezasının hakkaniyete uygun tecellisi ile neticede hükmedilen cezanın mutlak surette infaz edilmesi olduğunu zaruri görmekteyim.

O zaman toplumlar neden af yasalarına ihtiyaç duyar?

Yargı erkinin bağımsız ve tarafsızlığını muhafaza edemeyip kanun koyucu olan yasama erkinin ya da kanun uygulayıcısı olan yürütme erkinin yargı erkine “etkilerini önleyememelerinden kaynaklı” algıda ya da uygulamada terazideki denge bozuklukları affın birinci ve öncelikli sebebi olsa gerek. Diğer bir sebebini de hukuk öğretisi, hukuk devletine güven ve inanç kaybında arar. Elbette infaz kurumlarındaki aşırı dolulukta af yasalarının görünmez gerekçelerinden sayılır. Ülkemizdeki yargı sürecine dair kısa bir değerlendirme yapmadan bu sebep ve bu sebebe bağlı yerindelikleri değerlendirmek doğru olmaz kanaatindeyim.

Ceza muhakemesi kanunumuz benim hukuk eğitimine başladığım süreden bile daha genç olmasına rağmen(on beş yıllık) kırk bir değişiklik geçirmiş olup bunlardan üçü AYM iptal kararları yedi tanesi KHK diğer otuz biri ise yasa değişikliği yoluyla oldu. Özellikle koruma tedbirlerinin uygulanmasına dair değişikliklerde siyasal algıya göre değişimler dikkat çekti. Örnek olarak; tutuklama koruma tedbiri ile ilgili on bir defa değişiklik yapılması (5353, 5560, 6352, 6459, 6526,6638,  6763, 7078, 7079, 7188, 7196 sayılı yasalar), telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi ile ilgili (5353, 6526, 6572, 6763 sayılı kanunlar) dört değişiklik yapılması,  bu değişikliklerle değiştirilen hükümlerin yeniden yürürlüğe konması (6526 ile 6763 sayılı kanunlarda) ve değişikliklerin tarihsel süreci kronolojik olarak incelendiğinde politik mahiyetinin hukuki ihtiyaç boyutundan daha fazla olduğu göze çarptı. Benzer şekilde Türk Ceza Kanununda toplam otuz değişiklik yapılması (5328, 5377, 5560, 5739, 5759, 5841, 5918, 6008, 6352, 6086, 6456, 6459, 6460, 6462, 6526, 6529, 6545, 6638, 6698, 6763, 7188, 7196 sayılı kanunlar ile altı AYM iptal kararı ve iki KHK düzenlemesi) da bir kısmı zorunlu olmakla birlikte çoğunluğu itibariyle siyasal ya da toplumsal diktelere göre,hukuksal ihtiyacın ötesindeki algıya yol açan değişiklik kanaati oluşturdu. Terörle Mücadele Kanununda yirmi beş yılda yirmi sekiz kanuni değişiklik ve bir AYM iptal kararı olmak üzere yirmi dokuz değişiklik olması siyasal otoritenin yargı erkini yönetmesine örnek teşkil etti.

Elbette yasalar ilerleyen toplumsal sürece, suç tiplerindeki değişikliklere göre değişiklikler gösterse de yakın tarihin kamuya mal olan olayları ile yapılan değişikliklerin tarih ve içerikleri birlikte değerlendirildiğinde ülkemizde yargı erkinin rahat bir konumda olmadığını, içtihat oluşturma yetkisinin hareketli yasalarla yargı makamından gasp edildiğini görmek zor değil.

Yüksek Yargı Dizaynı

Üst yargı erki üyelerinin yapısıyla üç defa oynama yapılması, özellikle 6723 sayılı yasayla Danıştay ve Yargıtay bünyesinde görev alan bütün yüksek yargıçların görevlerine son verilerek yeni üyelerin tamamının atamasının OHAL ilanıyla aynı gün yapılması yargıya itimat bakımından dikkate değerdir.

Daha ilginç olan bu oynamaların kimisinde üye azalımı, kimisinde üye artırımı yoluyla daire başkanlıklarına kadar tercih hakkında bulunulduğu artık sır değil! Bu oynamaların Yüksek yargı içtihatlarında değişikliklere yol açtığı, özellikle siyasal davalara ilişkin yürürlükteki içtihatların kaldırılarak yeni içtihatların oluşmasına sebep olduğu da sır değil. İçtihat makamlarındaki bu değişikliklerin de yargı erkinin siyasal baskıya maruz kaldığının bir görünümü olarak görmek mecburiyetindeyiz.

Yine görev yapan yargıç ve cumhuriyet savcılarından üç kişiden birisinin KHK yoluyla mesleklerinden uzaklaştırılması (4520 kişi), görevden alınan tecrübeli yargıçlardan doğan boşluğa sınav puanları düşürülerek, staj süresi kısaltılarak atamalar yapılması da yargıya olan toplumsal güveni ciddi oranda zedeledi.

Devam eden sürede yeni oluşturulan HSK yapısı ve yargıç atamalarında değişen atama kriterleri ile yargı erki temsilcilerinin dışa yansıyan tutumları, yargı yetkisine haiz olanların siyasal etki altında kaldığının vücut bulmuş hali oldu.

Nitekim Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın 21 Temmuz 2019 tarihli beyanatında dahi yargıya güvenin %38 gibi çok düşük bir düzeye indiği görüldü. ORC şirketinin Kasım 2019 tarihli anketinde bu oranın %32 olduğunu, Dünya Ekonomi Formu Vakfı’nın 2019 yılı değerlendirmesine göre ülkemizin yargı bağımsızlığının 140 ülke içinde 111. sırada olduğunu üzüntüyle izledik. Sayın Adalet Bakanı Abdülhamit GÜL ve Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in çeşitli defalar yargı erkinde meydana gelen erozyona dair eleştirileri de zımni olarak yukarıdaki verileri desteklediğine yorumlamak mecburiyetindeyim.

Toparlarsak:

Yargı erkinin toplumun ihtiyaç duyduğu adil ve hakkaniyetli yargılama görevini eksik yerine getirdiğine dair kabul mevcut. Özellikle siyasal davalarda yaşanan açık anayasal ve yasal aykırılıklar, siyasal davalarda AYM ya da İHAM kararlarına uyulmaması, kararların göz ardı edilmesi, yeni sebepler icat edilerek etkisizleştirilmesi entelektüel kesimin ortak yakınması oldu. Yargının siyasal etki altında olduğuna dair yargı bağımsızlığı anketleri toplumda yargı kararlarına güveni doğal olarak sarstı. Daha doğrusu yargıya duyulan güvenin sarsılması anketlere de yansıdı. Son dönem karikatürlerine de yansıdığı şekilde infaz kurumlarında uyuklamaların nöbetleşe yapıldığı bir kalabalık ortamın özellikle Pandemi ilan edilen ve toplumun tamamını tehdit eden COVID19 salgınıyla birlikte değerlendirilmesi kaçınılmaz oldu.

Güncel rakamlarla bir toplumun %70 oranında yargıya güvenmediği yerde toplumsal kabul görmeyen yargı kararlarının, yaşam hakkına yönelik ağır tehlike arz eden virüs salgınıyla birlikte telafisinin ertelenemez olması,  af ya da “gölge af” mahiyetindeki infaz düzenlemeleri ile infazının engellenmesi ülke içinde uzun süredir tartışılmaktadır.

Af yasalarının nedensellik sınıflandırmasına da bakarsak:

Olağanüstü toplumsal yaşam ilişkilerini altüst eden, halkın büyük kısmını yakından ilgilendiren dönemleri nihayete erdirme amacıyla, toplum içindeki siyasal kutuplaşmaları yatıştırarak iç huzuru ve barışı sağlama amacıyla ve yargı tasarruflarından kaynaklı hatalı hükümleri düzeltmek amacıyla toplumlar af yasalarına ihtiyaç duyarlar.

Global Salgın: Korona Virüsü

Öncelikle COVİD19 olarak adlandırılan Pandemi olarak nitelenen olay ilk nedensellik sebebi için emsal teşkil etti. Toplumun neredeyse tamamını tehlike altına sürüklemiş olup özellikle yaşam hakkı devlet kontrolünde ve güvencesinde olan, bu hakkı yakın tehlike altında olan ve bu tehlikeye dair devlet farkındalığı oluşan tutuklu ya da hükümlüler için ayrım gözetmeksizin cezaların infazı yönüyle belli bir dönemi sona erdiren yasal düzenleme yapılmasını zorunlu kıldı. Toplumsal olarak iki yıl olağanüstü hal rejimiyle yönetilmiş olmamız ve bu OHAL sürecinde aşırı hak ihlalleri ve yargı yanılmalarının yaşanmış olması da bu sebeple bir düzenlemeyi gerektirdiği kanaatindeyim.

Ülkemiz yakın tarihi incelendiğinde son on beş yıllık sürecin toplumsal katmanlar arasında sert kavgayla geçtiği, özellikle tercih edilen kutuplaştırıcı siyaset dilinin toplum katmanlarını birbirinden kopardığı, yukarıda özetlenen yargısal işleyiş nedeniyle zayıf durumda olan toplum katmanların acımasız cezalandırıldığı bilinen, sabit bir gerçek. İşte politik kutuplaşma ve kutuplaşmadan kaynaklı cezalandırma dolayısıyla birbirinden uzaklaşan toplumsal katmanların bir araya gelmesi, tekrar birlikte yaşama iradesine sahip çıkması güven arz etmeyen cezaların infazına dair bir yasal düzenlemeyi nedenselliğin ikinci sebebi olarak zorunlu kıldı. Yukarıda değinildiğinden tekrarından imtina edilen üçüncü sebep yargısal yanılsamalardır. Artık herhangi bir ankette karşımıza çıkan yargıya ve yargı kararlarına güven bunalımı işte bu üçüncü nedensellik sebebini de ortaya koydu.

Bir af ya da gölge af düzenlemesi için üç sebebin aynı anda vuku bulduğu toplum örneği istisna olsa gerek. Sağlıksız koşullar, toplum katmanları arasında kutuplaşmalar ve zayıf olanların cezalandırılması, yargıya güven kaybının tarihi göstergesi işte bir infaz düzenlemesine dair zarureti ortaya koydu.

Peki! Bu nasıl bir düzenleme olmalı?”  23.03.2020

Enis NADİR

Leave A Comment